Bilindiği gibi aşure, Anadolu’da çok yaygın olarak yapılan ve ikramından da büyük keyif alınan bir tür tatlı veya çorbadır. Alevilik inancı söz konusu olduğunda da geleneksel yaşayışta aşure, Muharrem (matem) oruçlarının bitiminde yapılan ve On İki İmam’ı temsilen on iki çeşit gıdanın bir araya getirilerek hazırlandığı bir “şükür lokması”dır. Yörelere göre içerisindeki malzemeler değişiklik göstermiş olsa bile genel bir uygulama olarak on iki çeşit gıdadan aşure yapılması Anadolu insanının vazgeçmediği müşterek bir tutumdur.
Aşure ile karıştırılan ve özellikle de Muharrem ayında Ehl-i Beyt’e muhabbet duyan kesimlerle birlikte Alevi yurttaşlarımızı da incitecek boyutlara ulaşan kimi paylaşımlara yol açan diğer bir kavramımız ise aşûrâ’dır. Aşûrâ, kelime anlamıyla “on” demektir ve Hz. Hüseyin ve yârenlerinin Kerbela’da şehit edildiği Hicrî 10 Muharrem 61’i ifade etmek için kullanılan bir kavramdır.
Anlamlarından da anlaşılacağı üzere ne “aşure” ne de “aşûrâ” anlam bakımından birbirlerinin yerine kullanılamayacak mahiyetteki iki farklı kavramdır. Ancak kavramların sosyolojik uygulamaları hiç de öyle olmamıştır. İmam Hüseyin’in şehit edildiği ve mübarek bedeninin Kerbela çölünde atlara çiğnetildiği bir günde, özellikle de siyasî kimlik taşıyan insanlarımızın sosyal medya hesaplarından “aşure gününün” tebriki ve bereketi dillendirilmektedir. Hâl böyle olunca toplumun bir kesimi yas tutarken bir başka kesimi de aşure kazanlarının başında veya kentlerin büyük meydanlarında davullu-zurnalı aşure dağıtımları yapmaktadır. Çünkü aşûrâ’yı yani onuncu günü “aşure” diye okuduk ve anlamını bilmeden kullanmaya devam ettik. Bu ruh hâli öyle garip bir hâl aldı ki bir düşünün, en sevdiğinizin taziyesinde, tam da taziye çadırının ortasına bir aşure kazanı kurulsa ve büyük bir keyifle aşureler dağıtılsa neler düşünürdünüz? İşte toplumsal kitlelere yön verme sorumluluğu olan siyasî parti temsilcilerinden tutun da bürokratik kesime kadar, yönetici sınıfından kimselerce bu gibi hatalar yapılmakta ve bu hatalar özellikle de Alevi toplumunu derinden incitmektedir. Hz. Peygamber’in “Ciğerparem” dediği torununun ve yârenlerinin şehit edildikleri gün, büyük bir sevinçle aşure kaynatmak ve bunu da sevgi gösterilerine dökmek; kötü niyetli olmazsa da “bilgisizlikten” kaynaklanan bir eyleme dönüşebilmektedir. Oysa tarihler ve hadiseler ortadadır ve İmam Hüseyin sadece Alevi toplumunun değil tüm insanlığın ortak değeridir. Ona duyulan saygı “Hz. Peygamber’in “eşiğine” ve “mirasına” duyulan saygıyla eş anlamlıdır ve öyle de olmak zorundadır. Bu nedenle Kerbela, hepimizin ibret aynası ve ortak acısı olmak durumundadır!
Yazar: Hasan Çelik