preloader
GRAM ALTIN 2.966,46 DOLAR 35,1670 EURO 36,6600 STERLİN 44,1364 BIST 100 9.916,22 BITCOIN $98.825 GRAM GÜMÜŞ 33,63 BRENT $73,36
+90 533 161 66 46

Alevi haber sitesi, alevi dünyasının nabzını tutan Peyikci.com'u keşfedin.

hz-alinin-sehadeti

Hz. Ali'nin Şehadeti

2023-04-13 14:11

Hz. Ali’nin (a.s) Mucizevi Doğumu ve Şahadeti  İnsanlık tarihi büyük ve değerli şahsiyetleri bağrında barındırmıştır. Bu şahsiyetler kendi zamanlarının ve ortamlarının üstünde düşünen ve onlara yön veren dehalardır. Bakışlarının ufku diğer insanlardan daha geniş ve düşüncelerin derinliği diğerlerinden çok daha engindir. İnsanlık böylesi şahsiyetlerin karşısında boyun eğer ve çağın ve asrın dehası olarak onların fikir ve düşüncelerinden beslenir. Tabi bu esnada bazı şahsiyetler de zuhur ediyor ki yücelik, azamet ve düşünce ve davranışlarının etkisi belli bir çağa değil çağlara hükmediyor. Bu insanlar sürekli olarak tarihin bağrında parıldayan yıldızlar gibi çağlara ışık saçıyorlar ve diğer insanlar onların ışıklarından aldıkları ilham ile hayat buluyorlar. Böyle insanların düşünce ufukları o kadar yüce ve azimdir ki savundukları inanç ve hayatları boyunca yaptıkları tutum ve davranışlar insanları hayrete düşürür ve her kes onlar gibi olmayı arzular ve her asırda onları yaşantılarında örnek alırlar. Bilimin ilerlemesi, teknolojinin açtığı çığırlar ve günbegün var olan gelişim bu insanların düşüncelerini gölgede bırakamadığı gibi savundukları ve yaşadıkları öğretilerin derinliğini, azametini ve insanlık için olan yarar ve faydalarını daha da ortaya çıkarmaktadır. İşte bu şahsiyetleri ne zaman, ne mekân ve ırk, ne vatan, ne dil kısıtlayamaz. Onların düşünceleri ölümsüz, davranışları kapsayıcı ve hedefleri mükemmel olduğu için insanlığın sorun ve problemlerini de zaman ve mekân üstü olarak bütün çağlara hitap edecek şekilde değerlendirmişlerdir. Bu şahsiyetlerin başında Allah’ın seçtiği yüce Peygamberler gelmektedir. Aynı şekilde peygamberlik mektebinde yetişen ve risalet düşüncesiyle yoğrulan ve nübüvvet madeninden beslenen şahsiyetler de bu gruptadırlar. İşte bu şahsiyetlerden bir tanesi ve hatta başı çekenlerden birisi Hz. Ali bin Ebu Talib aleyhisselam’dır. Hz. Ali (a.s) imanı, adaleti, cesareti, yardım severliği, ibadeti, takvası, öğütleri, buyrukları, davranışları ve sadakatiyle çağlardır dillere destan olan ve dost- düşman, Müslüman- gayri Müslim herkesin adından, yâdından hürmet ve saygıyla söz ettiği ve örnek aldığı eşsiz bir kişiliktir. Arifler onunla hakka vasıl olur, şairler onunla ilham bulup vecde gelir ve derin manalı şiirler ve dizeler oluştururlar. Fesahat ve belagat onun mübarek dudaklarından çıkan ilahi sözler karşısında acze düşer. Adalet onun karşısından boyun eğer ve böyle yüce bir şahsiyetin vasfı olduğundan dolayı kendisiyle gurur duyar. Takva onun vücudunda mana arz eder. Cesaret onun varlığından cesaret alır ve fedakârlık onun yaptıklarıyla anlam kazanır. Öyle ki Peygamber efendimiz (s.a.a) kendisi için eti etimdendir, kanı kanımdandır, ruhu ruhumdandır, Ben ve Ali bir nurdanız, diye buyurmuştur.   HZ. ALİ'NİN D O Ğ U M U Hz. Ali’nin (a.s) doğumu da yaşantısı gibi mucize asa ve tarihte emsaline ender rastlanan bir şekilde gerçekleşmiştir. Peygamberimizin (s.a.a) bisetinden on yıl önce, otuzuncu Fil yılında, Recep ayının on üçünde, Cuma günü Mekke’de Kâbe’nin içinde dünya gelen Hz. Ali (as) nin babası Peygamberimizin amcası olan Hz. Ebu Talib ve annesi ise Esed kızı Fatıma’dır. Hz. Ali ve kardeşleri hem anne ve hem de babadan Haşimi olan ilk kişilerdir. Hz. Ali’nin (a.s) Kâbe’nin içinde doğumu hususunda Ehl-i Sünnet  (Murucu’z-Zeheb Mes’udi c.2 s.358, Metalibu’s Suul s: 63, Kifayetu’t-Talib s: 407 vs.) ve Ehl-i Beyt (Beşaretul Mustafa s: 26, İlamu’l Vera c.1 s: 306, Biharul Envar c. 35 s: 8 vs.)  âlimleri arasında ittifak vardır ve Hz. Ali’den başka Hz. Âdem’den günümüze kadar Kâbe’de doğan hiç bir kimse olmamıştır. Tarih kitaplarında nakledildiği üzere Hz. Ali’nin Kâbe’nin içinde doğumu hakkında olayın canlı tanıklarından İbni Gan’eb şöyle anlatıyor: “Abbas b. Abdulmuttalib ve birkaç kişiyle Kâbe’nin karşısında oturmuş sohbet ediyorduk. Fatıma b. Esed’in doğum sancıları içinde Kâbe’ye yaklaştığı gördük.  Kâbe’ye yöneldi ve şöyle dua etmeye başladı: “ Ey Rabbim! Sana, Peygamberlerine ve onlara gönderdiğin kitaplarına inanıyorum. Ben atam İbrahim’in söylediklerini tasdik ediyorum. Doğrusu O bu evi yükseltti. Öyleyse Kâbe’yi yapanın ve karnımda taşıdığım bu çocuğun hürmetine bana bu doğumu kolaylaştır.” Bu sırada hepimizi hayrete düşüren bir şey oldu. Gözlerimizin önünde Kâbe’nin duvarı yarıldı ve Fatıma b. Esed içeriye girdi ve gözden kayboldu ve yarılan duvar tekrar birleşti. Biz koşarak Kâbe’nin kapısına vardık ve kilidini açmaya çalıştık ancak açamadık. Bu esnada bu olayın sıradan bir olay olmadığını anladık.  Dört gün sonra tekrar Kâbe’nin yarılan yeri açıldı ve Fatıma binti Esed kucağında (nur topu gibi) bir çocukla dışarı çıktı.” Mübarek adının konması hakkında da annesi şöyle diyor; ‘‘Ben oğlumun doğumundan sonra Kâbe’den çıkmak istediğimde bir hatıf (gaybten gelen ses) şöyle dedi: ‘‘Ey Fatıma!  Bu bebeğin ismini Ali koy. Çünkü Aliyy’ül A’la (yücelerin yücesi)  olan Allah Teâlâ buyuruyor ki; ‘Ben onun ismini kendi ismimden türettim, edebimle onu edeplendirdim ve en derin bilgilerimi ona öğrettim. O putları benim evimde (Kâbe’de) kıracaktır,  evimin üzerinde ezan okuyacaktır, beni takdis ve temcit edecektir (büyültüp ululayacaktır.)  Onu sevene ve ona uyana ne mutlu. Ona karşı gelip düşmanlık yapana ise yazıklar olsun.’ Görüldüğü gibi böyle bir şeref ve üstünlük Allah Teâlâ’nın doğumundan itibaren O hazrete karşı olan özel inayet ve lütfünün göstergesidir. İşte bu temiz doğum ve özel inayetin ilk tecellisi tevhit nidalarının Mekke ufuklarında yükselmesiyle bu nidaya ilk cevap veren kişinin Hz. Ali olmasıyla kendini göstermiştir. Bu kutlu doğumun tüm İslam âlemine ve Müslümanlara ve Ehl-i Beyt dostlarına mübarek olmasını diliyoruz. Bu yüce şahsiyetin hayatının çeşitli boyutlarının daha iyi tanınması yönünde çalışmaların yapılmasını ümidiyle! Allah bu dünya ve ahrette bizleri Hz. Ali’den ayırmasın! İMAM ALİ KİMDİR?

Hz. Ali erkeklerden ilk iman eden kişidir. Hz. Ali, Kâbe’nin içinde doğan ilk ve tek insandır. “Ben çocukluk çağlarında Hira Dağı’nda Hz. Peygamber’in yanında iken, Ondan dökülen vahiy ve risalet nurunu görüyor; Onun nübüvvet kokusunu duyuyordum” diyen büyük insandır. Henüz 15 yaşında iken, Hz. Peygamber’in akrabalarına yaptığı davete tek başına icabet ederek, Hz. Peygamber’in “Şahit olun, Ali benim kardeşim, vasim ve halifemdir. Onu dinleyin ve itaat edin” dediği halifesidir. Hz. Ali, Peygamber’in yatağına ölümü göze alıp yattığında, “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah rızasına nail olmak için kendini satar, Allah rızasını alır. Allah kullarını esirger” (Bakara, 207) methiyesine ulaşandır. İmam Ali Efendimiz, Hz. Peygamber’in ardından Medine’ye giderken, “Onlar, ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler, göklerin yerin yaradılışı hakkında derin düşünürler” (Al-i İmran, 191) ayeti hakkında nazil olan kişidir. Hz. Ali, Bedir Savaşı’nda öldürülen 72 müşrikten 24’ünü öldüren kahramandır. Uhud Dağı’nda Hz. Peygamber’i korumak için savaşan, diğer yandan Hz. Fatıma’nın Hz. Peygamber’in yüzüne ve başına bulaşan kanları yıkaması için deri kalkanıyla Allah Resulüne su taşıyan cengâverdir. Uhud Savaşı’ndaki cesaretini İmam Cafer şöyle anlatır: “Uhud Savaşı’nda şirk ordusunun bayraktarları dokuz kişiydi. Hepsi de Ali’nin güçlü elleriyle helak oldular.” Hendek Savaşı’nda müşriklerin dev adamı Amir’le savaşması için Hz. Peygamber’in O’na kendi kılıcını kuşandırdığı, kendi zırhını giydirdiği kişidir. Hz. Peygamber, meydana çıkmadan evvel, O’nun için “Allahım! Ubeyde’yi Bedir günü, Hamza’yı Uhud günü aldın. Bu da kardeşim ve amcamın oğlu Ali’dir. Beni yalnız bırakma. Sen mirasçıların en hayırlısısın” buyurmuştur. Hayber’in fethinde Hz. Peygamber’in (sav) “Cebrail seninle olacak! Zafer senindir. Rabbim onların kalbine korku salmıştır” buyurduğu yiğittir. Resulullah’ın “İslam Ali’nin kılıcı, Hatice’nin parası üzerine bina edildi” diyerek kılıcını övdüğü insandır. Hz. Peygamber Berat suresinin ilk ayetlerini tebliği etmesi için Ebubekir’i Mekke’ye gönderdiğinde, “Bu emirleri ya Hz. Peygamber’in kendisi ya da O’ndan olan biri insanlara ulaştırsın. Bu iki kişiden başka kişinin bu işe selahiyeti yoktur” ayetine mazhar olan ve tebliğ vazifesini alan kişidir. Hudeybiye Barış Anlaşması yazılırken, Kureyşlilerin itirazı üzerine Hz. Peygamber metne yazılan Resulullah ifadesini silmesini istediğinde Hz. Ali, “Senin peygamberlik vasfını silmeye elim varmaz” dedi. Resulullah, Hz. Ali’ye “Senin başına da buna benzer bir şey gelecek ve sen de buna mecbur kalacaksın” ikazında bulunduğu masumdur. Hz. Ali, Resulullah’a “Senden sonra neyin mirasçısı olacağım” diye sorduğunda Resulullah şöyle buyurdu: “Benden önceki peygamberler neyi miras bıraktıysalar… Rablerinin kitabını ve peygamberlerinin sünnetini… Sen cennetteki kasrımda Benimle beraber olacaksın.” O, Gadir-i Hum’da Allah’ın emri ve Peygamber’in naspı ile Hz. Peygamber’den sonra yerine halife ve vasi ilan edilen kişidir.
  ALİ’NİN ŞAHSİYETİ VE ŞAHADETİ Hz. Ali, Peygamberimiz (sav)’in amcası Ebu Talib’in oğludur. Hz. Muhammed (sav)’in yanında büyümüş, onun eğitiminden geçerek yetişmiştir. On yaşında iken, Peygamberimizin Peygamberliğini kabul eden ilk müslümandır. Hz. Ali’nin en önemli özelliklerinden bir kaçı, güzel ahlâk, cesaretli, fakir olmasına rağmen, cömert, hem alim hem de ilim adamına çok önem verirdi. Halife olmasının ardından Müslümanların bilgi ve ilim sahibi olmaları için okullar inşa ederek, Eğitime çok önem vermiştir. Kimsesizleri, yetimleri, dulları, köleleri, yaşlıları, bedensel özürlüleri ve çaresizleri korur. Onlara toplumun dayanışma ruhu ile sahip çıkmalarını, onlara umut verilmesini isterdi. Hz.Ali Dört Büyük Halife’den dördüncüsü ve Cennetle Müjdelenenlerdendir. Resulullah (s.a.v) Hz. Ali’ye işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Bu, bana ilk iman eden ve kıyamet günü ilk benimle tokalaşacak olandır. Hak ile batılı birbirinden ayırır ve bu mü’minlerin önderidir.”(1) Daha çocukluğundan itibaren Resulullah (sav)’in yanında bulunmuş, Kuran’ı ondan öğrenmiş, onun katipliğini yapmıştır. Peygamberimiz (sav)’in vefatına kadar onun yanından ayrılmamıştır. Böylelikle dini konular üzerinde yüksek bir ilim düzeyine erişmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) “ Ben İlim şehriyim, Ali onun kapısıdır, İlim isteyen kapısına gelsin”  derken,Hz. Ali’nin bilgeliğine dikkat çekiyordu. Hz. Ali, gönül zenginliğini, mal zenginliğinden üstün tutar. Erdemi, olgunluğu; kişinin kendisini bilmesi olarak görür. Dünyevi tutkulardan uzak bir kişilik sergiler. Şöhret ve zenginliği önemsemez. İnsanların gönül gözünü açmalarını ve güzel ahlaka yönelmelerini telkin eder. Peygamber efendimiz yine bir hadislerinde; “Ali Kur’an’la, Kur’an da Ali iledir. Bu ikisi Kevser’in yanında bana varıncaya kadar bir birinden ayrılmazlar.”  buyuruyor. Hz. Ali, Peygamber efendimiz (s.a.v)’in katıldığı tüm savaşlarda sancaktar olarak görev almıştır. Uhud savaşında bedeninden yetmiş yara almasına rağmen son ana kadar Peygamberle beraber savaşmış ve Peygamberimizi korumuştur..   Uhud Savaşı’nda peygamberimizin etrafını kalabalık bir harici grubu sararak onu Şehit etmek istediler. Hz Peygamberimiz O esnada yorgun ve bitkin düşmüştü. Cebrail Aleyhisselam yanına gelerek ona Hazreti Ali’yi çağırmasını söyledi Hz Muhammed bu emri alır almaz “Edirikni Ya Ali Edirikni ya Ali”  “yetiş ya Ali Yetiş ya Ali” diyerek Nida etti Hz Ali Can havliyle Peygamberimizin yanına gelip göğsünü ona siper edip yüzlerce harici askerini kılıçtan geçirdi. Hazreti Ali’nin kuvvetini kudretini ve gücünü gören, Zülfikar’ın da hikmetini gören peygamberimiz “La Feta İlla Ali La Seyfe İlla Zülfikâr”  “Yoktur Ali’den güçlü Yiğit ve bulunmaz zülfikâr’dan keskin kılıç”  diyerek Ali’yi ve zülfikarı onure etmiştir Yine Uhud savaşında Peygamberimizin dişi kırılmış ve avucu kanla doğmuştur Okan’ı yere dökmek istemeyen Aliyel Mürteza mübarek kanı avuçlayıp başındaki beyaz başlığa sürmüş ve başlıkla tampon yaparak kanı durdurmuş, Muhammedin yüzünü kendi başlığı ile temizlemiştir. Kana belenen başlığı tekrar bağlayıp savaşa devam etmiştir. Cenk meydanına dalan Hazreti Ali’yi görenler bu Kızılbaş kim diye sormuşlar ve bu Kişinin Hz. Ali olduğunu görmüşlerdir. O günden sonra İmam Ali’ye Kızılbaş Ali  ismini taşımışlardır.Kızılbaş ismi oradan kalmıştır. Daha sonraki cenklerdede Hz. Ali birbirlerini tanımaları ve yanlışlıkla zarar vermemeleri için Askerlerine kırmızı başlık taktırmıştır. Resulullah (s.a.v) Ammar bin Yasir’e hitaben: “Ey Ammar! Eğer Ali’nin bir vadiye, diğer insanların ise başka bir vadiye girdiğini görürsen, Ali’nin girdiği vadiye gir. Çünkü o seni sapıklığa sevk etmez ve hidayetten de çıkarmaz.” Bir başka hadislerinde: “Çok geçmeden benden sonra bir fitne kopacaktır. o zaman Ali’den ayrılmayınız. Çünkü bana ilk iman eden odur ve kıyamette de benimle ilk görüşenlerden olacaktır” Hz. Ali, Osman’ın ölümü üzerine Hicri 656 yılında halife seçildi. Osman’ın öldürülme olayını bahane eden Emeviler Hz. Ali’nin halifeliğini kabul etmediler. Hz. Ali’nin halife seçilmesinden sonra Müslümanlar -Hz. Ali taraftarları, -Muaviye taraftarları, -Hariciler olarak üç gruba ayrıldı. Muaviye Hariciler’in ayaklanmasını fırsat bilip Hz Ali’yi öldürmesi için Mülcem ile anlaştı. 661 yılında Ramazan ayının 19. uncu günü evinin kapısından çıkarken Yetimken yanına alıp büyüttüğü  Mülcem tarafından zehirli bir kılıçla alnından yaralandı.Kan durmuyordu. O halde bile Mülceme kötü davranmayın, ona ekmek ve süt verin bana ne verirseniz onada ikram edin diyordu. Ramazanın 21. günü ise şahadet şerbetini içip Hak’ka yürüdü. BİR RİVAYETE GÖRE; Hz. Ali oğlu Hasan ve Hüseyin’e vasiyet etti ki, ben ruhumu Hak’ka teslim ettiğimde, Mekke tarafından boz bir deve üzerinde yüzü yeşil mikap ile örtülü birisi gelecek. Benim kefenimi kendisi getirecek, hülle bezinden biçecek. Beni yıkayıp kefenleyecek. Ona yardım edin ve hiç bir soru sormayın. Beni tabuta koyup devesine yükleyecek ve yine geldiği yoldan geri dönecek. Takip etmeyin, peşine düşmeyin, soru sormayın der. Olaylar aynı şekilde cereyan eder. Fakat İmam Hasan dayanamayıp devenin peşine düşer ve yolda, yüzü yeşil mikapla örtülü kişinin önüne diz çöküp durdurur. Taşıdığın kişinin hakkı hürmetine sen kimsin kaldır mikabınıda cemalini göreyim der. Meçhul kişi imam Hasan’ın ısrarını yenemeyince yüzünü örten mikabı kaldırır ki, hizmetleri yapanda, tabuttaki kişide deveyi çeken de İmam Ali’dir. İmam Hasan yaptığı hatayı anlar ve göz yaşları içinde geri döner. Tabut yüklü deve ise bir bilinmeze doğrru yol alıp gözden kaybolur.
İKİNCİ RİVAYET: Behzādān Pūr-i Vandād Hormoz’da doğan Ebu Müslim Abdül Rahman İbn Müslüman el-Horasani ya da el-Khurasani, Abbasi hanedanlığı hizmetinde bulunan Abbasi Devrimine önderlik eden bir generaldi. İslam dünyası tarihinin cesur adamlarından biri, Horasanlı Abu Müslim, Ümmeti halifeliğinin çöküşünde ve ʿAbbāsileri tahtın üzerine yerleştirirken Khorāsān’da devrimci bir harekatın lideriydi. Horasanlı Abu Müslim 755 miladi yılında ikinci Abbasi halifesi olan Mansur’un emriyle katledildi. Afganistan eski kaynaklarına göre onun cesedini yakın arkadaşları Loger şehrine taşıdılar. Loger, Afganistan’ın Kabil’e yakın bir şehridir. Ebu Muslim, İspanya’dan Çin sınırlarına kadar uzanan Emevilerin büyük imparatorluğunu yok etti. Türbesi Sultan Mahmut Geznevi zamanında ve onun emriyle inşa edilmiştir. Onun doğum yeri hakkında farklı bilgiler mevcuttur. Birisi Muhan, diğeri Marv’dan, üçüncüsü Balh, dördüncüsü günümüzde onun bekçisi olan Logar’dan ve Nişabur’dan olduğunu söyler. Bu şehirlerin hepsi Horasan’ın şehirleriydi. Soy olarak da bazı yazılarda Abbasi hanedanından bir Arap olduğunu yazmaktadır. Diğer tarihi kitaplar ise onun Fars olduğunu ve ataları Belh’teki Kayani hanedanından olduğunu söylemektedir. Hz. Ali’nin mezar yerinin değişim sebebi İslam tarihinde, özellikle Emevilerin ve Bani Haşem’in aileleri arasındaki kanlı savaşlar zirveye ulaştı. Hatta Peygamber  zamanında bile, Ebu Sufyan ve peygamberi arasındaki  birçok savaş meydana geldi. Bu savaşlar Hz. Ali’nin zamanına kadar ve onun ölümünden sonra da devam etti. Horasanlı Abu Muslim 750 miladi yılında Merv şehrinden Bani Omaya’ya karşı savaş edeceğini ve Bani Haşim hanedanına hizmet edeceğini İmam Cafer Sadık’a mektupla haber verdi. İmam Sadık ona cevap yazarak başka bir şey istedi. Necef’teki bir tabut boyunca gömülü olan Hz. Ali’nin cesedini geçici olarak Horasan’a götürmesini, savaşın ve isyanın çöküşünden sonra Medine’ye taşımasını istedi. O zamanlarda Arap bölgelerdeki mezarları açıp bakmak yaygın bir anlayıştı. O yüzden ünlü kişilerin mezarı gizli tutuluyor, hatta asıl mezarlar bulunmasın diye sahte mezarlar yapıyorlardı. Bu yüzden imam sadık Beni Umeye tarafından düzenlenen saldırıdan mezarları korumak istedi. Ebu Müslüm iyi eğitimli insanları yolladı. Onlardan ünlü biri olan  Zülabi de Hz. Ali’nin tabudunu gizlice Najaf’tan bir deve ile Merv den Şah Jahan’a taşıyan tabutları aldılar. Işık Dağı olarak adlandırılan yere koyduktan sonra Amu Derya yoluyla Balh’a (kubetulisalm) girdiler. Khajeh Khairan köyünde orman arasında gizlice gömüldü. Onunla birlikte bir kaya yazıtı, bir kılıç ve ceylan derisinden küfi alfabe ile Abu Müslem’in el yazısı  da yerleştirildi. Bu olaydan sonra Abu Müslim öldürüldü. Abu Müslim’in ölümünden sonra bu mesele unutulmuş aynı zamanda bu meseleyi çok az kişi biliyordu. Harun el-Reşit zamanında Hz. Ali’nin Necef’te ilk gömüldüğü yer ortaya çıktı. Harun orada bir türbe inşa etti, bu yüzden Balh’ın hikayesi gizli kaldı ve bu  olay unutuldu. Hz. Ali’nin Kabri Türk İmparatorluklar Zamanda keşfedildi 1118’den 1157’ye kadar Selçuklu İmparatorluğu’nun sultanı Ahmed Sencer, Hz. Ali için türbe inşa ettirmiştir. 1135 yılında Sultan Sencer Selçuklu zamanında Ebu Müslimin notlarına Merv şehrinin Darulimaresinde, İmam Sadık’ın yazdığı mektuplar ve onun cevabı ile Hz. Ali’nin mezarının  Khajeh Kheiran köyüne taşınması konusu üzerine durdu. Öte yandan Balh’tan 400 kişi Sadat ve Ulema Hz. Ali’yi rüyasında gördüğü söylenir. Sancar, Merv’den konuyu takip etmesi için Belh valisi Emir Kumaşa emir gönderdi. Bazı kişilerin muhalefetine rağmen Kheiran köyüne gitti ve Tell Ali adlı bir uçurumu kazmaya başladılar. Küçük bir delikde gümüş kilitli çelik kapıya sahip küçük bir kubbe bulundu. Yanında çelik kasa da vardı. Ceylan derisinde büyük bir kılıç ve taş üzerine yazdığı kufi el yazısı görünüyordu: “Bu, Allah’ın Ali Asadollah’ın mezarıdır”. Haber Sultan Sancar’a geldiğinde, oraya elli bin altın dinar gönderdi ve onu Merv’e götürmek istedi. Ancak Belh’teki alimler karşı çıktı ve onun Belh’te kalmasını istediler. 1220 Moğol Changiz’in Büyük Horasan’a saldırması sırasında, insanlar Mazar-e Şerif’in kışlalarının ve onların saygılarının Moğol istilasından duydukları korkular nedeniyle anıtları tahrip etmişler ve hiçbir iz bırakmamıştır. Yine 268 yılında Hz. Ali’nin mezarı gizli kaldı. Bazı tarihi yazılarda da Moğol ordusu tarafından tahrip edildiği söylenir. 15. yüzyılda ikinci kere 1480 – 1481 yıllarında Sultan Hüseynî Mirza Baykar’a (1469 – 1506) zamanında yaptırılmıştır. Timur Devleti döneminde Bayazid Bastami hanedanından biri Şemsuddin Muhammed 885 yılında, Sultan Hüseyin Baykara’ın zamanından, Hindistan’ın ünlü Multan Kütüphanesi’ndeki Belh hükümdarı Emir Baykara’nın kardeşi Sultan Hüseyin Mirza saltanatı sırasında Sultan Sancar zamanında yazılmış tarihi bir kaynak bulmuş ve orada bu olaya olduğu gibi anlatmıştır. Şems al-Din Muhammed, Mirza Baykara’ya haber yolladı. Sultan, Ulama ve yaşlıları topladı. Ardından araştırmaya başladılar sonunda aynı yerde mezar yeniden bulundu. Amir Alişir Nevayi Herat’tan Belh’e araştırma için gönderdi.  Ali Şir Nevayi meseleyi teyit etti ve Sultan Hüseyi’ni büyük bir kervan ile ziyarete gitti.  Sultan Hüseyin’in emriyle, mevcut yapının aynı kalıntılardan biri olduğu bir yer inşa ettiler. Gelişmesi için bina ve çarşı inşa ettirdi. Nevayi ziyaret hakkında güzel şiirler söyledi. Bütün bu mavi caminin muhteşem Timur mimarlık tarzıyla birlikte büyük bir park, dini bir medrese, müze ve kütüphanesi var.  Mevcut kitapları Bahtarilar, Kianyalılar, Budizm, İslam dönemi, Belh’ın diğer eski dinleri, Selçuklular ve Timurlar gibi diğerleri geçmiş dönemlerden oluşuyor.
ÜÇÜNCÜ RİVAYET: Bilindiği gibi Hz. Ali (k.v) Haricilerden Abdurrahman bin Mülcem tarafından şehid edilmiştir. Kesin olarak nerede medfun olduğu belli değildir. Kimi Küfe`nin emirlik binasında, kimi Rahbetü`l-Küfe denilen yerde, kimi Necef`tedir dediler. Bazılarına göre onu Medine`ye götürülmek üzere bir sandık içine koyarak deveye yüklediler. Tay kabilesinin toprağına varınca kabile mensupları deveyi gasp edip kestiler. Hz. Ali`yi de orada defn ettiler. Kabrini gizli tutmaktan gaye onu Harici`lerden korumak idi. Çünkü belli bir yerde defn etseydiler Hariciler kabrini kazıp cesedini çıkaracaklardı. Şii`lere göre Hz. Ali (k.v) Necef şehrinde medfundur. Kabir orada ziyaret edilmektedir. Bazı muhakkiklere göre de Necef şehrindeki kabir al-Mugire bin Şu`be`nin kabridir. Hz. Ali`nin değildir. Bu kabrin Hz. Ali`ye nisbeti hicretten üçyüz sene sonra olmuştur.
DÖRDÜNCÜ RİVAYET: Bu efsaneye göre Hazreti Muhammed’in amcasının oğlu ve damadı Hazreti Ali’nin cenazesini düşmanlarından korumak isteyen yakınları cenazeyi Necef’teki türbeden gizlice çıkartıp beyaz bir dişi deveye yüklemiş ve başıboş bırakılan deve nereye çökerse mezarın orası olacağına karar vermişler, deve bugün Mezar-ı Şerif’teki türbenin bulunduğu yere çökmüş ve şehir adını bu türbeden almıştır.General Raşid Dostum, Mezar-ı Şerif’i ele geçirdi. Şehrin düştüğünü Taliban da doğrulayınca Afganistan’ın kuzeyindeki bu küçük ama son derece stratejik bölge, bir anda gündemin ilk sırasına oturdu.Günlerdir kanlı çarpışmalara sahne olan ‘‘Mezar-ı Şerif’’in isminin ilginçliği bilmem dikkatinizi çekti mi? ‘Şerefli mezar’ anlamına gelen ‘‘Mezar-ı Şerif’’ sözüyle neyin kastedildiğini, şehrin adındaki bu şerefi kimin verdiğini acaba hiç düşündünüz yahut merak edip öğrenmeye çalıştınız mı?Pek aramanızı tavsiye etmem, zira Mezar-ı Şerif’in isim macerası sadece ihtisas kitaplarında yeralan bir hikáyedir. Ruyalardan başlar, acı ve ıstırab dolu tarih çizgisiyle bugünlere uzanır, daha da önemlisi birkaç günden beri barut ve kan kokularının geldiği Mezar-ı Şerif ve çevresi, bizde çok önemli olan bazı isimlerin doğum yeridir.İşte, Mezar-ı Şerif’e yani ‘‘Şerefli Mezar’’a ismindeki şerefi veren mezarın öyküsü:Hazreti Muhammedin amcasının oğlu ve damadı olan dördüncü halife Hazreti Ali, 661 senesinde Kufe’de İbn-i Mülcem adında bir Harici tarafından katledilir ve bugün Irak’ın sınırları içerisinde bulunan ve Necef olarak bilinen şehre defnedilir. ‘‘Harici’’, Hazreti Ali’nin de, onun rakibi olan ve Emevi hanedanını kuran Muaviye’nin de tarafını tutmayan kişilere denmektedir.SENCER YAPTI, CENGİZ YIKTI Bu cinayet henüz çok genç olan İslam inancında ve Müslüman toplumda bölünmelere sebep olacak, tartışmaları asırlar boyu devam edip bugünlere kadar gelecektir.Cinayetten sonra çeşit çeşit söylentiler çıkar. Şark dünyası kendisine mahsus ádetlerden birini yerine getirmekte, efsane üstüne efsane yaratmakta ve daha da önemlisi bu efsanelerle gerçek hayat arasında bağlantı kurmaya çalışmaktadır.İşte bu efsanelerden birine göre, Hazreti Ali’nin çok yakını olan birkaç kişi katledilen Halife’nin cesedini Necef’ten kaçırmaya karar verirler. Gerekçe, Ali’nin düşmanlarının, onun sağlığında alamadıkları intikamlarını cenazesinden almaya kalkışmaları ihtimalidir. Bu tehlikenin önüne geçebilmek için bir gece Hazreti Ali’nin mezarını gizlice açar, cenazesini dişi bir beyaz deveye yükler ve kendilerinin de bilmedikleri bir yere doğru yola çıkarlar. Cenazeyi taşıyan deve canının istediği ve gidebildiği kadar gidecek, nerede bitkin düşüp yere çömelirse Hazreti Ali’nin mezarı orası olacak ama bu yeni mezarın yerinden hiç kimse haberdar edilmeyecektir. Cenazenin böylece sonsuza kadar emniyette kalacağına inanılmaktadır.Devenin peşinden günlerce, haftalarca gider, çöller, dağlar aşarlar. Günün birinde yorgunluktan artık adım atamaz hale gelmiş olan hayvan durur ve olduğu yere çöküverir. Hazreti Ali’nin bendeleri cenazeyi devenin sırtından indirip hemen oraya defneder ve sonra hepsi bir başka tarafa gider izlerini kaybettirirler.Derken aradan dört asır geçer, vakti zamanında devenin çöktüğü topraklara Selçuklular hakim olurlar ve o zamana kadar gizli kalan mezar 1136’da zamanın sultanı Sencer’in ruyasına girer. Hükümdar o devrin en iyi ustalarını toplar, ruyada gördüğü yere hemen bir türbe ve bir de cami yaptırır. Türbede yatanm kişinin kerametini görmek isteyenler caminin etrafına kısa zamanda evler inşa ederler ve ufak bir kasaba haline gelen yerin adı ‘‘Mezar’’ oluverir.Sultan Sencer’in inşa ettirdiği türbenin ve caminin ömrü pek uzun sürmez. Doğudan öncü Moğol atlıları, arkalarından da Moğollar’ın hükümdarı Cengiz Han gelir sadece Mezar’ı değil bütün o memleketleri yerle bir ederler. Hazreti Ali’nin türbesinin yeri gene unutulur ve Sencer’in inşa ettirdiği camiden tek bir iz bile kalmaz…Bir sonraki ruya için aradan 300 küsur sene geçer ve ruya görme sırası bu defa Timur’un soyundan gelen Hüseyin Baykara’ya gelir. Timuroğulları’nın bu şair sultanı, 1481’de aynı yere daha büyük bir türbe inşa ettirir ve türbenin etrafındaki yerleşim yeniden canlanır. O topraklara Hüseyin Baykara’dan sonra hakim olan Özbek hükümdarları da türbenin etrafına gömülmeye başlayınca mekán gittikçe büyür, güzelleşir ve dinî kimliğinin yanısıra siyasi bir hüviyete de bürünür. Mezar, artık Afganistan’da kurulan devletlerin hakimiyet alámetlerinden sayılmakta, hacca giden Orta Asyalılar’ın yolculukları sırasında akın akın ziyaret etmeleri sayesinde de zenginleşmektedir. İsmi, artık ‘‘Mezar-ı Şerif’’ olmuştur.. Biz Hz.İmam Ali’nin kabrinin nerede olduğu hakkında çeşitli kaynaklardan farklı farklı örnekler sunduk. Anlaşıldığı üzere bu konuda netleşmiş bir bilgi veya bulgu yok.Rivayetlerden ibaret ve karmaşık bilgiler var. Belkide İmamın istediğide buydu.kim bilir. Hz. ALİNİN SIFATLARI 1- Keremallahü Veche: Hiç putlara tapmadığı için verilen isimdir.Hz. Ali Hayatta iken Cennetle müjdelenen on sahâbeden biri ve İmamların birincisidir. 2-Ebü’l Hasan Ebü’l Hüseyin: Arap yarımadasında,Insanlara hitap edildiği zaman çocuklarının ismi okunur ve onun babası diye hitap edilirlerdi…. Bu vesileyle Hz. Ali’ye hasan’ın babası anlamında da isim verilmiştir. 3-Ebu Türâb : Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’ye hitapta bulunarak kendisine “Ebu Türâb” demiştir… Ebu Turâb, toprağın babası anlamına gelir. Ayrıca mütevazilik, her türlü bencillik ve kibirlikten uzak olmak, basit bir deyim ile yer olmak, kendisini halk için herkesden daha alçakgönüllü demeye de “Turap olmak” adı verilir. Hz. Ali’ye bu ismin verilmesinin diğer anlamı da o’nun yukarıda saydığımız özelliklere sahip olmasıdır. Hz. Ali şöyle buyurdu: “…Ben mü’minlerin emiriyim. Onların en yoksulunun yediğini yemeli ve giydiğini giymeliyim ki yoksul olanlar hallerinden utanmasın, şükretsinler….” 4-Haydar-ı Kerrâr: Döne döne, yılmadan savaşan yiğit anlamında anlamına gelir…. Özellikle Elinde zülfikar .. Atı Düldül üzerinde resm edilen hz. Ali Bu isimde yerini bulur… 5- Tanrı’nın Arslanı-Esedullah: Hz. Muhammed’in Mirac’da karşılaştığı bir aslanın ağzına yüzüğünü vermesi ve bu yüzüğün Hakkın huzuruna varınca ona süt elma ve  o bal ikram eden yeşil elin parmağında görmesi Sonra 40’lar Ceminde Hz. Alinin parmağında görmesi  ve Hz. Muhammed’e tekrar iade edilmesi, Alevi inancında, Hz. Ali ve Aslan kavramlarını bütünleştirir. Bu yüzden de Hz. Ali’nin bir diğer çok bilinen ismi ise Allah’ın Aslanı’dır (Esedullah)Hz Muhammed işte o zaman (Serine erdimde Sırrına edemedim ya Ali) Hadis-i Şerifini söylemiştir 6-Şah-ı Merdan: Yiğitler yiğidi, bilgeler bilgesi anlamında kullanılır. Bu sözü yiğitlerin en Şahı ve Şahların en yiğidi olarak da kabul etmek mümkündür. Ama asıl anlamı özünü fakir gören, mütevazi yiğitler yiğididir. Başka bir deyimle kuvvetine ve kudretine güvenip benlik getirmeyen, sürekli tevazu da bulunan yiğitler yiğidi olarak algılaması daha doğru olacaktır. 7-Ali-el Mürteza: 18 bin Alemi var eden Nur Üstüne Nur O’lan Allah’ın Hz. Ali’ye gösterdiği Takdir-i ilahiyyeye ve tam rızâdan, tam rızasından dolayı verilen isimdir… Bu isim, Pirlerin Şahı, Evliyalar Şahı anlamınada da kullanılmaktadır… Bu bağlamda Pirlerin şahı, Murteza isimlerini bir arada değerlendirdiğimizde, O’nun Hakka tam teslim olmuş, hikmetine Evliyaların ve Ermişlerin akıl sır erdiremediği bir Veliyullahtır. Mekke’de… Hz. Peygamber’in, ömerin, osmanın, ebu bekirin kapıları ortak olarak kullanılan tek bir mescide açılırdı… ve hep birlikte ibadet edlirdi… Hz. Peygamber bu mescide izin alınmadan girilmesini yasakladı.. ve kapıların tümünü kapattırdı.. kapısı açık kalan sadece Hz. Ali’nin idi.. Bunun nedenini soran. sahabe’ye ise şöyle cevap verdi: “….“Ali’nin kapısı müstesna mescide açılan tüm kapıları kapatın.ALLAH’a and olsun ki ben kendimden kapılarınızı kapatıp Ali’nin kapısını açık bırakmadım.Ben sadece ALLAH’tan emredileni yerine getirdim…” 8-Turnalar Şahı Hz. Ali: Hz. Ali’nin sesinin yani avazının çok güzel olduğu ve kulağa hoş geldiği anlamında, çok sonraları onun hakkında telaffuz edilmiştir. Turnanın sesinin çok güzel olduğuna inanılarak Hz. Ali ile Turna bir araya getirilmiştir. 9-Şir-i Yezdan: Yine Allah’ın arslanı anlamında kullanılır.
10-Şah-ı Velayet: Velayet eden ve İman edenlerin Şahı, 11-Serpinhan: Yardımcı Can, yardımsever Can Halûkü-l Rahman ( bağışlayıcılığın yaratıcısı), 12-Emirü’l-Müminin ( Müminlerin Emiri / İnananların başı), 13-Babu’l-İlim (İlim Kapısı), anlamında sevilen isimleri vardır. 14-Fatih-ül Hayber Hayber kalesi Fatihi demektir..Ömer’in Osman’ın Bekir’in Fethedemediği kaleyi fethetmiştir.Kalkanı kırılan Hz Ali kalenin 750 kg lık kapısını tek eliyle söküp saatlerce kalkan gibi kullanarak savaşmıştır. 15-Kuran-ı Natık Canlı Kuran demektir Zeburu Tevratı İncili ezberlediği gibi Kuranı da ezbere bilen tek kişidir. 16- Sahib-i Zülfikâr Uhud savaşında Hariciler (Kureyşli Müşrikler) Muhammed’in etrafını sardılar.Onu çembere aldılar.Hz Ali var gücüyle savaşıyordu.O esnada Hz Muhammedin Edirikni ya Ali Edirikni nidası duyuldu. Hz Ali koşup çemberi yardı ve Hz Muhammed’e göksünü siper etti.Saldırıyı bertaraf ederken Hz Ali’nin kılıcı kırıldı. Bunu gören Muhammed Kılıcı Zülfikârı Hz Aliye verdi Zülfikarın başkentini Hz Ali’nin Azametini Heyetini ve Kuvvetini gören Hz Muhammed O asırlardır söylenen meşhur Hadis-i Şerif-i orada söylemiştir Lâ Feta İllâ Ali. Lâ Seyfe İllâ Zülfikâr Ali’den güçlü yiğit ve Zülfikârdan keskin kılıç görmedim 17-İlm’ü Ledün Ledün ilminin sahibidir o. Hz Musa Allah’tan hiç kimsenin bilmediği bir ilim istedi.Allah Hz Musaya o ilmi kimden öğreneceğini Tevratta uzun uzun anlattı.İşte O ilmin sahibi Hz Ali’dir.Bir ismi Hızır bir ismi Veli dir.. 18-Sır-ru Sırrullah Mihraçta 90 bin kelam danıştı Muhammed 30 bini Şeriat 30 bini Tarikat babına 30 bini De Ali’de sır oldu.O 30 bin Sırrı hakikat makamınındı ve Hz Muhammed buna istinaden şu Hadis-i Şerifi söyledi ( Ben ilmin şehri İsem Ali’de kapısıdır) 19-Kızılbaş Ali Uhud Savaşı Günü Peygamberimiz Aleyhisselamın Başına Gelenler İbn İshak´la İtin Hişam´ın bildirdiklerine göre; Uhud günü Müslümanlar bozulup dağılınca, düşman­lar Müslümanları musibete uğrattılar. O gün, onlara ibtilâ ve imtihan günü oldu. Allah onunla o gün Müslümanlara şehitlik ikram ve ihsan etti. Hatta, düşmanlar Resûlullah Aleyhisselama kadar yaklaşmaya yol buldular ve attıkları okları, taşları rebaiye dişine isabet ettirdiler.Peygamberimiz Aleyhisselamın rebaiye dişi kırıldı, dudağı ve yüzü yaralanıp kanadı. Kan yüzüne akmaya başladı! Peygamberimiz Aleyhisselamın alt dudağını yaralayan, rebaiye dişini, yani ön dişleriyle azı dişi arasındaki dişini kıran da, Utbe b. Ebi Vakkas idi. Abdullah b. Şihâbu´z-Zührîise Peygamberimiz Aleyhisselamın alnını, İbn Kamia da yanağının üst tarafını yaraladı. Miğferin halkalarından iki halka Peygamberimiz Aleyhisselamın yanağının üst tarafına girdi. Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Âmir Fâsık´ın Uhud´da Müslümanları düşürmek için kazdığı, kazdırdığı çukurlardan birinin içine düştü. Hz. Ali Peygamberimiz Aleyhisselamın elinden tuttu, Talha b. Ubeydullah da ayağa kaldırıp çukur­dan çıkardı. Ebu Ubeyde b. Cerrah, Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne batan miğfer halkalarından birisini dişiyle çekip çıkardı, kendisinin ön dişi de çıktı. Öteki halkayı çıkarırken de bir dişi daha çıktı. Kızılbaş Hz Ali Peygamberin kanının yeredamlamasına ve çiğnenmesine razı gelmedi.Hz Peygamberlerin durmak bilmeyen kanını başındaki beyaz sarığa sürdü sarık kandan kıpkırmızı oldu Onu gören müşrikler Hz Aliye Kızılbaş lakabını taktılar. “Kendilerini Rablerine imana davet ederken peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavim nasıl felah bulur?” diyerek şikayetlenince, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde: “Ey Resûlüm! Kulların işinden hiçbir şey sana ait değildir. Allah ya onların tevbelerini kabul eder, ya da onları-zalim oldukları için-azaplandırır. Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi Allah´ındır. O kimi dilerse yarlıgar, kimi dilerse azaplandırır. Allah çokyarlıgayıcı ve esirgeyicidir (Âl-i İmran: 128-129) buyurdu. Uhud savaşında Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne kılıçla yetmiş defa vurulmuş, hepsinde Yüce Allah onun zararından Peygamberimiz Aleyhisselamı korumuştur. Uhud günü Peygamberimiz Aleyhisselamın dişi kırıldığı ve yüzü yaralandığı zaman, bu Ashab-ı Kiramın son derecede ağırına gitti ve onlar: “Kureyş müşriklerine beddua etsen, ilensen!” dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam: “Ben lânetleyici olarak gönderilmedim. Fakat, doğru yola davet edici ve rahmet olarak gönderildim. Allah´ım! Kavmime doğru yolu göster! Çünkü onlar bilmiyorlar!” diyerek dua etti 20-Şah-ı Velayet Hz.Muhammed veda haccın dan dönerken Hicretin 9.uncu yılında zilhicce ayının 10.unda Milâdî takvimde 6-7-8-9- Mart 632 olarak bilinir Arafata gelindiğinde Veda Hutbesini  okumuş ve orada Hz. Ali’yi Veli Ve Vasi tayin etmiştir   Kaynak: https://istanbulcemevi.org/hz-alinin-sahadeti/

Share This

huseyin-gazi-metin-dede-hakk-a-yurudu

Hüseyin Gazi Metin Dede Hakk'a yürüdü

2024-11-29 10:45

-kayyimci-zihniyete-ve-rejime-asla-biat-etmeyecegiz-boyun-egmeyecegiz-

"Kayyımcı zihniyete ve rejime asla biat etmeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz"

2024-11-26 15:37

alevi-sinemasi-atlas-ta-bulustu

Alevi sineması Atlas’ta buluştu

2024-11-20 16:36

selda-bagcan-amerika-konserlerini-iptal-etti

Selda Bağcan, Amerika konserlerini iptal etti

2024-11-13 15:56

kecioren-cemevi-hizmete-acildi

Keçiören Cemevi hizmete açıldı

2024-11-11 14:24

aleviler-neden-ramazan-da-oruc-tutmazlar-

Aleviler Neden Ramazan’da Oruç Tutmazlar?

2024-03-19 14:36

huseyin-gazi-metin-dede-hakk-a-yurudu

Hüseyin Gazi Metin Dede Hakk'a yürüdü

2024-11-29 10:45

kilisede-oldurulen-tuncer-cihan-nurtepe-cemevi-nden-son-yolculuga-ugurlandi

Kilisede öldürülen Tuncer Cihan Nurtepe Cemevi'nden son yolculuğa uğurlandı

2024-01-29 14:34:58

hizir-orucu-acma-saatleri

Hızır Orucu açma saatleri

2024-02-13 16:41:16

hasan-bal-dede-hakk-a-yurudu

Hasan Bal Dede Hakk'a yürüdü

2024-11-02 12:50

huseyin-basar-baba-hakk-a-yurudu

Hüseyin Başar Baba Hakk'a yürüdü

2024-10-12 14:45

arnavutluk-ta-bektasi-devleti-kurulacak

Arnavutluk'ta Bektaşi Devleti kurulacak

2024-09-23 14:39

alevi-inancinda-hizir-orucu

Alevi İnancında Hızır orucu

2024-01-20 17:39:26

chp-li-baskan-adayindan-tepki-ceken-sozler-cok-sukur-alevi-koyumuz-yok-

CHP'li başkan adayından tepki çeken sözler! ''Çok şükür Alevi köyümüz yok!''

2024-03-14 19:19